“Aydınlanmış Cesur İnsanların” Dünyası
Anlamaktan ziyade her zaman itiraz etmeye hazır olan insanlar tarafından ortaya atılabilecek her iddiaya cevap vermek için zaman ayırmamız beklenemez.
“Ahmak, bir şey anlamaktan çok
Kendi düşüncelerini açmaktan hoşlanır.”
— Özdeyişler: 18: 2
Zihinsel tembellik, fiziksel tembellikten daha yaygın. Herkes her konuyu bilmek ya da herkes her konuda âlim olmak zorunda değil, ancak konuştuğunuz konuyu hakkıyla bilmeniz, tam olarak anlamış olmanız gerekir. Filozoflar, bazı felsefi metinleri anlamakta zorlandıklarını söylerler, çünkü bunlar zor, karmaşık konuların ele alındığı metinlerdir ve belli bir alt yapıyı varsayarlar. Bugün bu ciddiyetten oldukça uzak olan, bilmedikleri, anlamadıkları konularda konuşmakta, “yorum yapmakta” hiçbir sakınca görmeyen insanların her yeri istila ettikleri tuhaf bir dünyada yaşıyoruz, özellikle sosyal medya, temel okuduğunu anlama ve mantık becerilerinin vefat ettiği yer. Felsefi-teolojik meselelere vakıf olmayan, okuduğunu ya da söyleneni anlamayan, sonra onun “yanlış” ya da mantıksal açıdan “çelişkili” olduğunu iddia eden insanlarla uğraşmak oldukça yorucu. Anlamaktan ziyade her zaman itiraz etmeye hazır olan insanlar tarafından ortaya atılabilecek her iddiaya cevap vermek için zaman ayırmamız beklenemez. Basit kurallardan biri şudur: Bir metin üzerine “yorum” yapmadan önce onu dikkatlice okuyun ve doğru anladığınızdan emin olun.
Sorun, internetin ya da sosyal medyanın “serbest kürsü” sağladığı sıradan insanlarla veya belli bir grup ya da kesimle sınırlı değil, akademisyenleri, bilim adamlarını da kapsıyor. Çocukça bir “Tanrı/Tanrısallık” anlayışına sahip olan “Bilim Kilisesi” mensuplarını düşünün. Felsefi-teolojik konulardaki popüler tartışmalara dâhil olan bazı ünlü ateist bilim adamlarından öğrenilebilecek tek şey, hiçbir yeterlilik kriterinin olmadığı, herkesin bu meseleler üzerine “rahatlıkla” ve gelişigüzel konuşabileceğidir; meseleye vakıf olmak, terimleri (ıstılahları), tanımları (mantıksal ve felsefi anlamda, bir terimin anlamını bildiren/açıklayan ifade) bilmek, karmaşık argümanları incelemek, anlamak/kavramak zorunda değilsiniz. Aynı şeyi bilimsel çalışma ya da konularda yapabilir miyiz? Ya da Tanrı için “İki bin yıldır üzerinde çalışıldı, bir sürü kitap yazıldı, sonuç yok çıktı!” diyen felsefe profesörümüzü düşünün. Araştırıldı, sonuç yok çıktı! Nerede? Nasıl? Düşünceli ateistleri de rahatsız eden bu sığlık, felsefenin aşağılanmasıdır.
Felsefi-teolojik bir konu üzerine –popüler okur kitlesini hedeflese dahi- iyi bir makale ya da kitap yazmak için öne sürülen fikirler üzerinde iyice düşünmek, savunulan ya da itiraz edilen argümanları dikkatli bir biçimde ortaya koymak, savunmayı ya da itirazı güçlendirmek için birçok kaynağa bakmak/çok sayıda kitap-makale karıştırmak gerekir. Günümüzde bunun için yol aşmak gerekmiyor, oturduğunuz yerden kaynaklara erişebilirsiniz. Ancak yine de anla(ya)madığınız şeyler olabilir. Şahsen bazı konuları anlamıyorum ya da bazı konuların içinden çıkamıyorum, belki daha sonra (ileride) anlayacağım, belki hiç anlamayacağım, belki de o konuyu anlamam gerekmiyor. Burada önemli olan, konuyu anlamış ya da anlıyormuş gibi yapmamak, “evet, tabii, öyle” diyerek, meselenin üzerini örtmemek, dahası, kendimizi o konu üzerinde yersiz bir biçimde konuşmak/yazmak için zorlamamaktır, çünkü bu, her şeyden önce kendimize ve hakikate saygısızlıktır.
Bir başka sığlık, bugün sahip olduğumuz imkânların onda birine dahi sahip olmayan, ortaya koydukları argümanlarla temel oluşturmuş insanları (eskileri) hafife almaya kalkışmaktır; yanılmaz değillerdi ve onlara katılıp katılmamak ayrı bir konudur, ancak saygıyı hak ediyorlar. Örneğin, Antik filozofların söylediklerinin genellikle çok iyi olmadığını, hiçbirinin bugün “en iyi felsefe dergilerinde” yayınlanmayacağını öne süren birini –ki, bugün bazılarına göre Aristotelian ya da Platonist olmak “ayıptır”– düşünün. Oysa Aristoteles’in Metafizik’te yazdığı gibi, sadece görüşlerini paylaştığımız insanlara değil, daha yüzeysel görüşler ileri sürmüş olan kişilere dahi minnettar olmamız gerekir, çünkü onlar da düşünme yeteneğimizi geliştirmek suretiyle bize yardımda bulunmuşlardır.[1] “Birçok filozoftan bazı görüşler edindik” der Aristoteles, “Ama bu filozofların ortaya çıkışlarının nedeni de onlardan başka filozoflar olmuştur.”[2] Yani bugün savunduğunuz görüş her ne olursa olsun, uzaydan gelmedi ya da kimse sahip olduğu görüşleri kendi patates tarlasında yetiştirmedi; eskilere çok şey borçluyuz, çünkü onlar, doğru ya da yanlış ortaya koydukları argümanlarla bize doğruya erişmenin yollarını göstermişlerdir.
Herhangi bir meseleye ilişkin bir konuşma ya da tartışmada ilerleme kaydetmeyi umarız. Ancak günümüzde nitelikli tartışmalara nadiren rastlanır, çünkü herkes tartışma alanını medeni tutmaya, birbirini dinlemeye, argümanlar üzerinde yoğunlaşmaya istekli olmadığı gibi, tartışan taraflar –biri ya da diğeri ya da her ikisi birden- genellikle konuşmaya gereksiz yükler getirir; kasti körlük, akıllı veya bilgili görünme arzusu, onaylanma ihtiyacı, gizli-açık öfke, güvensizlik duygusu, reddedilme ya da kaybetme korkusu vb. Diğer yandan, başvurulan kötü yöntemler var: Sürekli kaçış manevraları, konuyu saptırmak ya da bilinçli olarak konudan konuya sapmak, tartışma konusu –savunulan ya da itiraz edilen- her ne ise onu olduğundan farklı göstermek amacıyla laf kalabalığı yapmak, saçma sapan iddiaları “apaçık gerçekler” olarak öne sürmek için safsatalara, retorik hamlelere başvurmak, asıl argümanlar yerine saman adamlara ya da karikatürlere saldırmak, yol tükendiğinde hakarete uğramış hissine kapılarak tartışmayı dağıtmak… İlk kurban, bu “yöntemlere” başvuran kişinin kendisi olacaktır, karanlıkta kalacak olan odur. Ve bu, tartışma değildir, çünkü nitelikli bir tartışmada, taraflar, her şeyden önce muarızlarının pozisyonlarını doğru bir biçimde ifade ederler. En güzel örneği Aquinas’ın Summa Theologiae’sidir, cevaplanmak üzere karşı iddia ya da itirazlar tam olarak doğru ve ikna edici bir biçimde sıralanmıştır. Öyle ki, daha sonra –Aydınlanma döneminde- filozoflar, kendi din karşıtı görüşlerini desteklemek için itirazları Aquinas’ın sunduğu şekilde alıp kullanmışlardır. Ancak bugün, deli sığınağı olarak nitelendirilmeyi hak eden sosyal medyada, 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak yeniden canlanan ve gelişen Skolastik felsefe hakkında –ki, büyük sentezdir- tuhaf cümleler kuran insanlar var. Bu, ilk cümlesini dahi okumadıkları bir literatür hakkında konuşmaktan çekinmeyen, “aydınlanmış cesur insanların” dünyasıdır!
Atilla Fikri Ergun – kolaydenemeler.substack.com
---
Dipnotlar:
[1] Aristoteles, Metafizik, II. KİTAP (A), 1. Bölüm [Felsefe Hakkında Genel Düşünceler], 993 a 30 - 993b [10, 15] Çev. Ahmet Arslan, s. 112-113
[2] Aristoteles, a.g.e., 993 a 30 - 993b [15], s. 113