Ölüm – Ölüme Hazırlık
Önemli olan, çok yaşamak değil, iyi yaşamaktır ve bu da belirli erdemlerin geliştirilmesini içerir.
Aşağıdaki deneme, iki kolay deneme uzunluğundadır; konu bütünlüğü bakımından müsait olmadığı için iki bölüme ayrılamadı.
Ölüm kaçınılmazdır, hayat, ölüme yürüyüştür, ölümüne yürüyüş; ölmek üzere doğduk ve her geçen gün ölüyoruz. Soru şudur: Bunu iyi yapıyor muyuz? İnsan doğasının inkâr edildiği, ruhun kaybedildiği, aşkın dahi yok edildiği çağımızda bu soruya olumlu yanıt vermek pek mümkün değil, çağımızın insanı için ölüm, uzak, hatta yabancı bir şey haline geldi. Tıp ve teknolojideki ilerlemelerle uzun yaşam beklentisini artıran çağımızın insanı, dünyaya aşırı düşkünlükle ölüme şüphe ve endişeyle yaklaşma veya ölümü görmezden gelme eğilimindedir. Burada derin bir çelişki vardır, çünkü modern medeniyet bir ölüm kültüdür, yaşamı yok etme üzerine kuruludur, ahlaksızca kayıplardan/kurbanlardan faydalanır. Örneğin, abartılı “nüfus fazlalığı” retoriğini, “çevre sorunlarının tek çözümünün” dünya nüfusunun azaltılması olduğu iddiasını, kürtaj ve ötanazi konusundaki tartışma ve yasallaştırma süreçlerini düşünün — hem ölümden rahatsızlık duyan hem de kendi çıkarına sapkınca ölüme tapan, kendi çıkarı için başkalarını yok etmeye, yok edemediğinde, kendini yok etmeye yönelen bir zihniyet.
Eyüp’ün tesellici ve tartışmacı arkadaşlarından Şuahlı Bildat, kötülerin yıkımını anlatırken, ölümü “korkuların/dehşetin kralı” olarak nitelendirir [Eyüp: 18: 5-21]. Bu, Kutsal Kitap’taki en çarpıcı kişileştirmelerden biridir; ölüm, bir kraldır, hüküm sürer, saltanatının süresi uzundur, dünyanın sonuna kadar karşı konulmaz bir güçle hüküm sürecektir ve tüm insanlık onun tebaasıdır (ölümün kötüler için “korkuların/dehşetin kralı” olarak kişileştirildiğine dikkat edilsin). Aristoteles de Nikomakhos’a Etik’te ölümden “her şeyin en korkuncu” olarak bahseder, çünkü o bir sondur ve ölüler için artık hiçbir şeyin iyi ya da kötü olmadığı düşünülür.[1] Bu anlayış –tam da Aristoteles’in sözünü ettiği gibi- ölümü sadece bir son olarak gören, dolayısıyla, mezarın ötesinde hiçbir görüşe, onu destekleyecek hiçbir şeye sahip olmayan “doğal insan” için söz konusu olabilir. Günümüz dünyasında felsefesi kelimenin tam anlamıyla soysuzlaştırılan Epikür bu görüştedir, ölümün tam bir yok oluş olduğunu vurgular, ancak tam da bu nedenle, ölümsüzlük arzusu ortadan kaldırılmalı, ölümden korkulmamalıdır. “Kötülüklerin en korkulanı olan ölüm bizim için hiçbir şey ifade etmez” der Epikür, “Çünkü biz var olduğumuzda ölüm yoktur ve ölüm olduğunda da biz yokuzdur. Ölüm ne yaşayanları ne de ölüleri ilgilendirir, çünkü yaşayanlar için ölüm yoktur ve ölüler de artık yoktur.”[2] Dolayısıyla, ölümden korkmaya gerek yoktur. Ötesi olmayan tamamen maddi bir dünyada ölümden korkmamak gerektiği ya da ölümden korkmanın anlamsız olduğu düşünülebilir, ancak dünyaya bu şekilde bakan çoğu insan için dahi öyle olmadığı ortadadır.
Platon’un, ruhun ölümsüzlüğünü ele aldığı Phaedo’da, Sokrates, gerçek filozofların ölüme hazırlandıklarını, ölümün onları diğer insanları korkuttuğundan daha az korkuttuğunu[3], aynı görüşü takip eden Cicero da Tusculanae Tartışmaları’nda, bir filozofun tüm yaşamının, ölüm üzerine bir meditasyon olduğunu söyler.[4] Seneca’nın (Genç Seneca, öl. İ.S. 65) mektupları ölüm üzerine düşüncelerle doludur. Dolayısıyla, felsefe ya da felsefe yapmak, ölüme hazırlanmaktır veya aynı görüşü sürdüren Fransız filozof Montaigne’in (öl.† 1592) ifadesiyle, felsefe çalışmak, ölmeyi öğrenmektir.[5] Diogenes Laertius (İ.S. 3. yüzyıl), pre-Sokratik Yunan filozoflardan Demokritus’un (öl. yak. İ.Ö. 370), zaman zaman yalnızlığa çekilerek ve mezarları ziyaret ederek, duyu-izlenimlerini sınamak için çeşitli yollarla kendini eğittiğini, seyahatlerinden döndüğünde, imkânlarını tükettiği için mütevazı bir yaşam tarzına yöneldiğini ve yoksulluğu nedeniyle kardeşi Damasus tarafından desteklendiğini yazar.[6] Yunan Stoacı filozof Epiktetus (öl. yak. İ.Ö. 135), Enchiridion’da (El Kitabı), şu tavsiyeyi verir: Çocuğunuzu ya da eşinizi öpüyorsanız, [kendinize] öptüğünüzün sadece bir insan olduğunu söyleyin, çünkü böylece, onlardan biri öldüğünde rahatsız olmazsınız.[7] Sadece kendimizin değil, sevdiklerimizin de ölümlü olduğu gerçeğini her daim akılda tutmamız gerekir, önünde sonunda ölecekler ve bizden önce ölebilirler; sevdiklerimizi kaybedebiliriz.
Bir şeye hazırlanmak için, onun hakkında derinlemesine, dikkatlice düşünmek ve onu tatbik etmek (pratik) gerekir. Doğru felsefe pratiği, ölmek/ölü olmaktır ve gerçek filozofların –ki, her konuda onlarla aynı fikirde olmamız gerekmez- yaptıkları şey tam olarak budur. Bu noktada, felsefenin bilgelik sevgisi olduğunu hatırlayalım. Platon’a/Sokrates’e göre, hakikati gerçekten öğrenebilmek için bedenden ayrılmamız, gerçekleri ruhun gözüyle görmemiz, bir diğer ifadeyle, ruhla ve şeylerin özüyle ilgilenmemiz gerekir, böylece, bilgeliğe ulaşabiliriz.[8] Bu, bedenin üstesinden gelmeyi gerektirir, çünkü beden, sorun çıkarır, bizi tutkularla, arzularla, korkularla, her türlü kuruntu ve aptallıkla doldurur; biraz fırsat bulup felsefeye yönelsek dahi bir şekilde çalışmamıza müdahale eder, bizi hataya sürükleyerek, gerçeği görmemize engel olur.[9] “Eğer bedenle birlikteyken saf bilgi olanaksızsa, iki durumdan birinin olması kaçınılmazdır” der Platon/Sokrates, “Ya hiç edinilemez ya da yalnızca öldüğümüzde edinilebilir. Çünkü ancak o zaman ruh bedenden ayrı olarak kendi başına var olacaktır.”[10] Dolayısıyla, yaşarken bedenden mümkün olduğunca kaçındığımızda, zorunlu ihtiyaçları karşılamak dışında bedenle ilgilenmediğimizde, bedenin bizi kandırmasına olanak tanımadığımızda ve tanrı bizi özgür kılana kadar kendimizi ondan arındırdığımızda, bilgiye, hakikate yaklaşmış oluruz.[11] Burada açıkça ölümün tatbik edilmesinden, ölmeden önce ölmekten bahsedilmektedir, çünkü bu, yaşarken ruhu temizlemektir ve ancak Platon’un/Sokrates’in sözünü ettiği yolla/sözünü ettiği şekilde mümkün olabilir. Arınma, ruhu mümkün olduğunca bedenden ayırmaktan, ruha mümkün olduğunca kendine bakmayı, hem şimdi hem de bundan sonra (bundan sonraki yaşamda) kendi başına, prangalardan kurtulurcasına bedenden kurtulmuş olarak yaşamayı öğretmekten ibarettir ve bedenden kurtulmak/ayrılmak, ölümle aynı şeydir (ölüm: ruhun bedenden ayrılması).[12] Cicero, bu yaklaşımı neredeyse bire bir tekrarlar; ruhu bedenden ayırmak ölmeyi öğrenmektir, başka bir şey değil.[13]
Pavlus, benzer şekilde, bedeninin üyelerinde zihninin yasasına karşı savaşan ve onu bedeninin üyelerindeki günahın yasasına tutsak eden başka bir yasa görür, “Zavallı bir adamım ben!” diye haykırır, “Kim kurtaracak beni bu ölümün bedeninden?” [Rom. 7: 23-24]. Ölümün ya da günahın bedeni [Rom. 6: 6] –ki, günahın bedeli ölümdür [Rom. 6: 23]- günahın aracı olan, günahın yasasına hizmet eden, nefsin yozlaşmış, kötü arzularını ifade eden, mahkûmiyete yol açan/insanı sonsuz yaşamdan yoksun bırakan beden. “Bedende yaşadıkça Rabden uzaktayız” der Pavlus ve ekler, “Bedenden uzakta, Rabbin yanında olmayı yeğleriz.” [2. Kor. 5: 6, 8]. Bedenin dünyevi eğilimlerinin –fuhşun, pisliğin, şehvetin, kötü arzuların ve putperestlikle eşanlamlı olan açgözlülüğün- öldürülmesi gerekir [Kol. 3: 5]. Ve Pavlus, ölmeden önce öldüğünü ilan eder: Mesih’le birlikte çarmıha gerildim. Artık ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor… [Gal. 2: 20]. Bu, dünyaya ve günaha karşı ölü olmanın açık ifadesidir [Çapraz başvuru: Rom. 6: 2, 11]. Yaşamın kapısı olan ölüm — dışsal ve yüzeysel olarak bedensel, gerçekte ne maddeye ait ne de bedene bağlı olan yaşam.
Ruhun kaybedildiği/ruhsuzluğun hüküm sürdüğü, bedenin/bedensel zevklerin yüceltildiği günümüz dünyası –ki, modern medeniyet Neo-Pagan’dır, ancak ahlaken Antik Paganizmin oldukça gerisindedir- bu anlayıştan tamamen uzaktır. Dahası, bu anlayıştan nefret etmektedir. Oysa bu dünya fanidir, beden/bedensel zevkler gelip geçicidir, insanın gerçek mutluluğu bunlardan oluşmaz. Önemli olan, çok yaşamak değil, iyi yaşamaktır ve bu da belirli erdemlerin geliştirilmesini içerir. Erdemlerin geliştirilmesi ve karakterin sağlamlaştırılması için dikkati ruha, ruhun ölümsüzlüğüne yöneltmek ve ölüm pratiği gereklidir. Ölümden duyulan rahatsızlık, âlemde kendimize biçtiğimiz yanlış rolle alakalıdır, varlığa, varoluşumuza ve hayata ilişkin yanlış düşünmemizden kaynaklanır. İnsan, dünyaya kazık çakmaya çalışmak yerine, hoşnut olarak ölmeyi öğrenmelidir. 50-60 yıl yaşayan bir insan, bu sürede göreceğini görmüş, anlayacağını anlamış, yapacağını yapmış olmalıdır ve yapamadığı şeyler için de üzülmemelidir. Birçok filozof ve sanatçı genç sayılan yaşlarda ölmüş, arkalarında muazzam eserler bırakmışlardır. Dolayısıyla, ölüm, ölüme hazırlık ve ölümün sakin kabulü, düşünce ve pratiğe geri kazanılmalıdır. Eski Ahit’in Vaiz’i, “Yas evine gitmek, şölen evine gitmekten daha iyidir” der, “Çünkü bütün insanların sonu budur ve yaşayanlar bunu yüreklerine koyacaklardır.” [Vaiz: 7: 2]. Yas evinde her şeyin sonu düşünülür; yaşayanlar, gelecek olanı, sonunda kendilerine ne olacağını düşünürler. Diğer yandan, hayatta karşılaşılan zorluk ya da sıkıntılar nedeniyle bu dünyadan aceleyle ayrılmayı arzulamak da yanlıştır; insan olarak doğal sonumuz (amacımız) ışığında hareket etmemiz gerekir.
İbranilere Mektup: 2: 14-15, Şeytan’ın insanları ölüm korkusuyla esaret altında tuttuğunu hatırlatır. İsa, ölümü doğuma/yaşama dönüştürmüş, bizi korkudan özgürleştirmiştir. Keşişler, “Ölmeden önce ölürseniz, öldüğünüzde ölmezsiniz” derler ve bu, aynı zamanda onların duasıdır: Tanrım, lütfen ölmeden önce ölmeme yardım et, böylece, öldüğümde ölmeyeyim! Ve sûfiler, ölüme “vuslat” demişlerdir, sevdiğine, yani O’na kavuşmak, çünkü ölüm, kavuşmanın yegâne vasıtasıdır, ancak ölerek O’na kavuşulur; diriliş ve sonsuz yaşam için önce ölmek gerekir.
Atilla Fikri Ergun – kolaydenemeler.substack.com
---
Dipnotlar:
[1] Aristoteles, Nicomachean Ethics (Nikomakhos’a Etik), Kitap III, 6, Çev. W. D. Ross, The Internet Classics Archive, classics.mit.edu – Son görüntüleme: 31 Aralık 2023
[2] Epikür, Letter to Menoeceus: How to Live a Happy Life (Menoeceus'a Mektup: Mutlu Bir Hayat Nasıl Yaşanır), 125, İng., Erik Anderson tarafından, 2006 yılında çeşitli kaynaklardan yapılan çevirilere danışılarak hazırlanmıştır, epicurism.info – Son görüntüleme: 2 Ocak 2024
[3] Platon, Phaedo, [Plato: Euthyphro - Apology - Crito - Phaedo - Phaedrus], Çev. Harold North Fowler, Harvard University Press, Ocak 1999, 67e, s. 235
[4] Marcus Tullius Cicero, Cicero’s Tusculan Disputations: Also, Treatises On The Nature Of The Gods, And On The Commonwealth (Cicero’nun Tusculan Tartışmaları: Ayrıca, Tanrıların Doğası ve Cumhuriyet Üzerine İncelemeler), Çev. C. D. Yonge, Harper & Brothers, 1877, Kitap I, Ölümü Küçümsemek Üzerine, XXX, s. 41
[5] Michel de Montaigne, That to Study Philosopy Is to Learn to Die (Felsefe Çalışmak Ölmeyi Öğrenmektir), Ed. John D. Cox, Internet Shakespeare Editions, internetshakespeare.uvic.ca – Son görüntüleme: 31 Aralık 2023
[6] Diogenes Laertius, Lives of Eminent Philosophers (Seçkin Filozofların Yaşamları), Kitap IX, Bölüm 7, Democritus, 38-39, Ed. R. D. Hicks, Perseus Digital Library, perseus.tufts.edu – Son görüntüleme: 1 Ocak 2024
[7] Epiktetus, Enchiridion (El Kitabı), 3, Çev. Elizabeth Carter, The Internet Classics Archive, classics.mit.edu – Son görüntüleme: 1 Ocak 2024
[8] Platon, a.g.e., 66d, s. 231
[9] Platon, a.g.e., 66c, 67d, s. 231
[10] Platon, a.g.e., 66e, s. 231
[11] Platon, a.g.e., 67a, s. 231-233
[12] Platon, a.g.e., 67c, 67d, s. 233-235
[13] Marcus Tullius Cicero, a.g.e., Kitap I, Ölümü Küçümsemek Üzerine, XXXI, s. 42


