Bu denemede, apofatik teolojiye geri dönüyorum; konuyla ilgili önceki denemelerin başlık ve bağlantıları yazının hemen altında bulunabilir.
O’nun O olması (sadece O), bize yetmiyor; O’na sahip olmaya, O’nu kullanmaya çalışıyoruz ve fikirlerden bir put yapıyoruz; O’nu dil vasıtasıyla yakalamaya, tutmaya, bağlamaya çalışıyoruz, çerçevelemek, çivilemek, bir kutuya koymak istiyoruz; O’na isim veriyoruz, “Tanrı” diyoruz, sıfatlarını sıralıyoruz, ellerimizin arasından kayıp gitmesin, O’nu kaybetmeyelim, kaçıp kaybolmasın diye. Konuşun, konuşun ve konuşun… Tasavvurlar, kelimeler, semboller, soyut kavramlar… Son derece kusurlu ve yetersiz — koca bir saman yığını! (Aquinas, yaşadığı mistik deneyimden sonra yazmayı bırakmıştı, çünkü yazdıkları ona bir saman yığını gibi görünüyordu.) Böylece, “büyürüz” ve O’ndan sonsuzca uzaklaşırız, O’nu tutmaya, bağlamaya çalışarak O’ndan sonsuzca ayrı düşeriz, daha doğrusu, O’nu sonsuzca kaybederiz, üstelik bunu O’nun için yaptığımızı söyleriz, O’nun hakkında bir şeyler bildiğimizi, sözü çoğaltarak O’nun bilgisini ilettiğimizi, yaydığımızı, böylece, O’nu yücelttiğimizi, O’na yakınlaştığımızı zannederiz — belki iyi niyetli, ancak nihayetinde beyhude bir çaba.
Tanrı yok; O, Tanrı değil — sadece O! Bu, kutsal inkârdır, via negativa’dır (O’nun hakkında konuşmanın negatif/olumsuz yoludur, apofatik alçakgönüllülüktür) ve teolojinin zirvesidir, sessizlikle noktalanır. Tanrı’yı reddetmek, Tanrı’dan kurtulmak, bizi O’na yakınlaştırır, çünkü O, Tanrılığı ve –tasavvur edilen- her “Tanrı’yı” aşar; gerçek doğası bilginin ve kavrayışın ötesinde olan O, Tanrılığın ve her “Tanrı’nın” ötesindedir ve bu, aşk, özlem ve arayışı sürekli kılar, ruhun ateşi hiç sönmez. Nitekim mistikler, O’nun “ne” olduğu bilinemez, kavranamaz, söylenemez, hakikatine nüfuz edilemez olduğu gerçeğini kutlarlar; Hakikat, mutlak olumsuzlamanın sonunda gelen sessizliktedir (“ne olmadığını bil ve sus!”). O’nun hakkındaki her olumlu/pozitif konuşma, başarısız olmaya, yenilgiye uğramaya mahkûmdur, O’nu ifade edemez ve nihayetinde bir sapkınlığa, bir putperestliğe dönüşür, dolayısıyla, her olumlu/pozitif konuşma –bu, gerekli, örneğin, inancı temellendirmek, açıklamak ya da savunmak veya dua etmek için yapılan bir konuşma dahi olsa- sonunda geri alınmalı, inkâr edilmelidir. “Ne” olduğu bilinebilen, söylenebilen “Tanrı” basitçe bir puttur; adlandırılabilen, hakkında –geri alınmamak üzere- olumlu/pozitif konuşulabilen “Tanrı” bir puttur; inandığımız “Tanrı” bir puttur ve inkâr ettiğimiz “Tanrı” bir puttur. Nasıl bir “Tanrı” tasavvur ediyoruz? Neye inanıyoruz ya da neyi inkâr ediyoruz? O, ne tasavvur ettiğimiz ne iddia ettiğimiz ne inandığımız ne dua ettiğimiz ne de inkâr ettiğimiz gibi bir “Tanrı’dır” — O, O’dur [“Ben Ben’im! / Ben O’yum!” – Çık. 3: 14]. Tekrar: O, bir “ne” ya da bir “şey” değildir, bilebileceğimiz bir varlık ya da varlıkların yanında bir varlık değildir — Hiçbir Şey! — sadece O!
Nyssalı Gregor’un ifade ettiği gibi, yaklaşık bir anlayışla ve ilahi doğayı tahmin ederek anlaşılabilir bir imgeden gelen her kavram O’nun bir putunu oluşturur, O’nu bildirmez, duyurmaz ya da tanıtmaz.[1] O’nun gerçek doğasının bir şekilde bilinebileceğini ve ifade edilebileceğini düşünmek, basitçe ahmaklıktır; O’nun gerçek doğası hakkında bilgi sahibi olunabileceğini ve bu bilginin ifade edilebileceğini ya da iletilebileceğini düşünen kimse bilginin ne olduğunu bile bilmez. Dolayısıyla, burada, sözünü ettiğim bu yoklukta (Tanrılığın ve Tanrı’nın yokluğunda) bizim için bir kayıp ya da bir başarısızlık yoktur ve keder içinde var olmayan bir Tanrı’nın yasını tutmamız gerekmez, çünkü söz konusu yoklukta ne O’nu ne de yolu (ruhaniyetin yolunu) kaybediyoruz, aksine, sınırlarımızı bilerek, yetersizliğimizi ve cehaletimizi itiraf ederek, eksik, kusurlu anlayışımızdan, fikirlerimizden, zanlarımızdan, yanılgılarımızdan arınarak, Ruhaniyet Dağı’nın zirvesine tırmanmak için ilk adımı atıyoruz. Elbette insanların mertebeleri farklıdır, Sina Dağı’ndaki mertebeler gibi: halk aşağıdadır, dağın etrafında durur; Musa, Harun, Nadav, Avihu ve İsrailoğulları’nın ileri gelenlerinden yetmiş kişi dağa çıkarlar; Yeşu daha yükseğe çıkar; sonunda Musa tek başına zirveye tırmanır ve karanlık bulutun içine dalar [Çık. 24: 1-18]. Bu, kişinin duyusal nesneleri terk ederek, aklı aşağıda kalmayacak şekilde kendine dönmesini gerektiren, içeriden, ruhani bir tırmanıştır; şekilsiz, maddesiz ve bedensiz.
Atilla Fikri Ergun – kolaydenemeler.substack.com
---
İlgili denemeler:
İnanç İçin Biraz Dinsizlik, Tanrıtanımazlık ve Nihilizm
Apofatik Teolojinin Sonu: Mistik Sessizlik
İlahi Basitlik ve İlahi İsimler
Mistik Teoloji – Sina Dağı’nda Musa (I-II – Arınma ve İlahi Karanlığa Dalış)
İlahi Basitlik ve Varlık Analojisi
---
Dipnot:
[1] Aziz Nyssalı Gregor, The Life of Moses (Musa’nın Hayatı), Çeviri, Giriş ve Notlar: Abraham J. Malherbe ve Everett Ferguson, Önsöz: John Meyendorff, Paulist Press, New York, Ocak 1978, s. 95-96 (165)


