Yazmak Üzerine Düşünceler
Yazdığımız/bitirdiğimiz her yazı, entelektüel yolculuğumuzdaki bir adımdır, nihai bir varış noktası değil.

Yazı, dilin temsilidir ve icat edildiği günden bu yana onun ayrılmaz bir parçası olmuştur. Her sözün asıl amacı, mânânın kavranmasıdır, dolayısıyla, yazı yazdığımızda, mânâyı aktarıyoruz; bilgi ve düşüncelerimizi, duygularımızı, kararlarımızı, kısacası, zihinsel durumumuzu ifade etmek veya insanlara iletmek için, bir yüzey üzerinde, dildeki sesleri göstermeye yarayan karakterler ya da semboller kullanıyoruz. Dolayısıyla, yazmak, varoluşumuzun önemli bir parçasıdır, konuşmanın bir başka yoludur (varım, öyleyse yazabilirim, kendimi yazarak ifade edebilir ya da ortaya koyabilirim) ve –bir yönüyle- insanın kendi iç dünyasına yaptığı yolculuğun ifadesidir, deyim yerindeyse, kazıyor ve çıkarıyoruz, nitekim her kelime ve cümlede insanın kendisi vardır; inanç, şüphe, tutarlılık, çelişki, bilgelik, aptallık, samimiyet, ikiyüzlülük, bütünlük, parçalanmışlık, aşk, nefret, acı, keder, neşe, umut, umutsuzluk, güven, endişe, cesaret, korku, güç, zayıflık…
Yazdıklarımız önce kendimiz kadar (bilgi birikimi, kavrayış ya da derinlik vb.), sonra dilin imkânları kadar ve okuyanın anlayabildiği kadardır. Üslup son derece önemlidir, çünkü kendimizi/kendi zihinsel durumumuzu nasıl ifade ettiğimizle, bilgi ve düşünceyi nasıl ilettiğimizle ilgilidir; yanlış üslup her şeyi berbat eder. Wittgenstein’ın 1940 tarihli kişisel notlarında belirttiği gibi, doğru üslupla yazmak, vagonu rayların üzerine düzgün bir şekilde yerleştirmektir.[1]
Günlük tutmak ya da günlük notlar almak (burada düşünce günlüğü ya da özel kullanım için düşüncelerin kaydı anlamında), yazmak için oldukça iyi bir egzersizdir. Bazen bir-iki cümle ya da kısa bir paragraf, bazen bir ya da birkaç sayfa yazarız, böylece, zamanla daha ileri bir noktaya geliriz, yazdıklarımız birikir, üzerinde çalışarak, yazdıklarımızı olgunlaştırırız (gözden geçir, düzeltilmesi gerekiyorsa düzelt, ekle ya da çıkar, düzenle), denemeye dönüşüp dönüşmemesi veya bir makale ya da kitap haline gelip gelmemesi, herhangi bir yerde yayınlanıp yayınlanmaması önemli değildir, belki de bunlar, bizden sonrakilere bıraktığımız bir düşünce mirası veya düşünceye (düşünce dünyasına) düşülen dipnotlardır ve bu da bir şeydir, entelektüel yolculuğumuzu belgelerler.
Yazdığımız/bitirdiğimiz her yazı, entelektüel yolculuğumuzdaki bir adımdır, nihai bir varış noktası değil, aksi yönde bir anlayış, entelektüel dünyamızın gelişmesine, olgunlaşmasına (tekâmülüne) engel olur. Elbette yoldayız ve bir varış noktamız var, eğer bir varış noktamız olmasaydı yolda olmazdık. Yönü, hedefi ya da amacı (hakikat) olmayan düşünce neye yarar ki? Ancak bu, genel anlamda, bir diğer ifadeyle, entelektüel faaliyetimizin bütünüyle ilgili olarak anlaşılmalıdır; yoldaki adımlar ile nihai varış noktasını karıştırmamalıyız.
Bir yazının herhangi bir mecrada yayınlanmış olması (ya da yazdığımız bir yazıyı herhangi bir mecrada yayınlamış olmak/olmamız), işimizi bitirdiğimiz anlamına gelmez; yayınlanan bir yazıya bir daha dönüp bakmamak (yazıyla ilişkiyi kesmek), özensizliğe işaret eder. Ciddi yazarlar, kendi yazılarını yayınla(n)dıktan sonra tekrar okurlar ve yeniden düşünürler, böylece, hem düşüncelerini gözden geçirmiş olurlar hem de nasıl daha iyi yazabileceklerini keşfederler.
“Yazar tıkanıklığı” üzerinde ayrıca durmakta yarar var; şahsen buna hiçbir zaman inanmadım, kişisel olarak en zor zamanlarda dahi düzenli olarak yazı yazdım; okuyor, düşünüyor ve yazmak istiyorsanız, yazmayı seviyorsanız, yazarsınız, hepsi bu kadar. Ancak kimi zaman gerçekten söyleyecek sözümüz olmaz ve bunu biliriz, örneğin, mecburen farklı bir alana yönelmiş olabiliriz ya da hayat içinde çözmemiz gereken birtakım sorunlar ortaya çıkabilir ve bu nedenle, geçici bir süre, büyük dikkat gerektiren entelektüel meseleler üzerinde yoğunlaşmak ya da derinlemesine çalışmak (okumak, araştırmak, düşünmek, yazmak) için şartlar müsait olmayabilir (ki, bu, tıkanma değildir), dolayısıyla, söyleyecek sözümüz yoktur. Bu durumda, dikkat etmemiz gereken nokta, kendimizi zorlamaktan, sırf yazmış olmak için yazmaktan ya da söz konusu meseleler hakkında daha önce oluşturduğumuz, not aldığımız, ancak henüz yeterince işlemediğimiz ya da olgunlaştırmadığımız fikirleri yayınla(n)mak üzere aceleyle bir deneme ya da makaleye dönüştürmekten kaçınmaktır. Nereye yetişeceksin?
Son olarak, yazarken, faaliyet alanımıza bağlı kalmanın önemine dikkat çekmekte yarar var. Her konuda kalem oynatan, “fikir” beyan eden kimse –eğer polimat/hezarfen değilse- ukala bir tip olmakla kalmaz, aynı zamanda aptaldır, örneğin, bir bilim adamı, felsefi alana acemice girdiğinde, tam bir aptala dönüşür, bu durumda, artık bir aptalı izliyoruz, bir bilim adamını değil vb.
Atilla Fikri Ergun – kolaydenemeler.substack.com
---
İlgili deneme:
Genişletilmiş Notlar: Felsefe ve Teoloji Üzerine Yazmak
---
Dipnot:
[1] Ludwig Wittgenstein, Culture and Value (Kültür ve Değer), Çev. Peter Winch, Ed. G. H. von Wright, Heiki Nyman ile işbirliği içinde, University of Chicago Press, Mayıs 1984, s. 39e